Ellez ilkokulu köyde, ortaokulu ve liseyi nahiyede tamamlamış askerlik görevini de yerine getirdikten sonra büyük şehirde yaşayan amcasının yanına gitmiş ve orada bir işe girmişti.
Birkaç ay amcasının evinde kalırken bunun böyle olmayacağını kendine bir ev bulup oraya taşınması gerektiğini düşünerek şehrin kenar mahallerinden olan gecekondu mahallesinde kendisine bir ev kiralayarak lazım olan birkaç eşyayı da ikinci elden alıp amcası ve yengesinin de verdiği bazı mutfak eşyaları ile kiraladığı bu gecekonduya taşındı.
Amcası ve yengesinin yardımı ile eşyalarını yerleştiren Ellez büyük şehirin koşuşturması içinde işine gidip geliyor, Sabah kahvaltısını bir simitle geçiştirirken öğle yemeğini işyerinde yiyor, akşam eve gelince de menemen, makarna gibi bekar yemeği ile karnını doyuruyordu. Zamanla bu bekarlık hayatından da usanan Ellez izinde köye gittiğinde annesi ile konuşacak komşu kızı Esme ile evlenmek istediğini söyleyecekti. Zaten Esme ile çocukluğundan beri görüşüyor ve birbirlerine karşı ilgi duyuyorlardı.
Aradan bir yıl geçtikten sonra yazın izine ayrılıp köye gittiğinde hem bu konuyu annesi ile görüşecek hem de babasına bağda, bahçede yardım edecekti. İzinde bu arzusunu gerçekleştiren Ellez, Esme ile nişanlanmış, önümüzdeki senede düğün yapmaya karar verilmişti. İzinin bitmesi ile şehire dönen Ellez düğün ve yeni ev eşyaları için para biriktirmeye başlamıştı. Aradan geçen bir yılın sonunda köye giden Ellez düğününü yaparak muradına ermişti. Köyde bir aylık izininin tamamını geçiren Ellez eşi Esme ile birlikte bağda, bahçede çalışmış ve şehire gitme zamanları gelmişti.
Esme ilk kez büyük bir şehire gitmenin ayrı bir heyecanını yaşıyordu. Ellez o gün öğlene doğru annesinin ve kaynanasının hazırladığı ve şehirde yiyecekleri bulgur, un, peynir, turşu, kurutmalık gibi yiyecekleri çuvallara doldurmuş, bunlarla beraber Esme’nin çeyiz sandığınıda kayınbabasının atına yükleyerek istasyona gitmek üzere hazırlamıştı. Anne, baba ve akrabalarla vedalaşıldıktan sonra atı geri getirecek olan Esme’nin ortanca kardeşi ile yola çıktılar. İstasyonda trenin gelmesini beklemeye başladılar, tren bir saat tehirli olsa da geldi ve kaynının yardımı ile eşyalarını yerleştirdiler. Esme köyden ayrılırken hüzünlenerek yaşadığı ağlamanın bir benzerini kardeşi ile vedalaşırken yaşadı. Kompartımandan inen ve ata binerek yola çıkan kardeşinin arkasından hem ağlıyor hem de el sallıyordu.
Yolculuk boyunca annesinin yaptığı kömbe ve vişne reçelinden yaptığı şerbet ile beraber mis gibi kokan köy domatesi, salatalığı, biberi ile karınlarını doyurdular. Uzun bir yolculuk sonunda şehire ulaşmışlardı. İstasyonda bir at arabası kiralayan Ellez eşyaları yerleştirerek eşi Esme ile beraber evlerine doğru yola çıktılar. Esme yol boyunca büyük büyük binaları seyrediyor, kalabalıktan ve gürültüden dolayı çekimserlik yaşıyordu. Tüm bunlar otuz yıl önce yaşanmıştı. Şimdi kendilerine ait bir apartman dairesinde yaşıyorlardı. Kızları Gülşen’i evlendirmiş başka bir şehire göndermişlerdi. Oğlu Mehmet geçen sene nişanlanmış birkaç ay öncede evlenmiş ve karısı ile birlikte bu evde anne ve babası ile yaşamaktaydı.
Çocuklarının mürvet ini gören ve artık yorulduğunu hisseden Ellez emeklilik dilekçesini verdikten sonra hayatının yavaşlayacağını sanmıştı. Oğlu Mehmet’le şehirin kalabalığında yaşamak başta iyi bir fikir gibi görünmüştü. Modern apartman dairesi, doğalgazlı kaloriferi, sıcak suyu akan banyosu, yakınındaki alışveriş merkezi... Ama zaman geçtikçe Ellez için bu düzen boğucu hale gelmişti. Sabahları kuş sesi yerine arabaların gürültüsüne uyanmak, pazarda tanımadığı yüzlerle karşılaşmak, her gün aynı beton manzarasına bakmak...
Eşi Esme de aslında bu düzenin yabancısıydı. Gözleri her gün balkon çiçeklerinin ötesine bakıyor, sanki geçmişte kalan bir manzarayı arıyordu. Aralarında zaman zaman “köyde olsak şimdi bahçeye domates ekerdik”, “komşu Hatice abla olsa ne yapardı” gibi sohbetler geçmeye başladı. Özlem, kararın mayasını yavaş yavaş yoğurdu.
Bir gün Ellez ile Esme’nin içindeki bu köy hasreti daha da su yüzüne çıktı. Gençler kendi düzenini kurarken, yaşlı çift de hayatlarında yeni bir sayfa açmak istiyordu. Karar kısa sürede alındı. Köylerine dönüp eski evlerini onarıp orada yaşamaya başlayacaklardı. Şehirdeki fazla eşyaları bir kamyona yükleyip, sadece gerekli olanları yanlarına alacaklardı.
Memlekete giden ve kamyonunun arkasında boş yer olan bir kamyon bulmak amacıyla birkaç gün nakliyecilere gidip geldi. Sonunda bir tane bulmuştu. Kamyoncu Ahmet’le ertesi gün buluşarak kamyonla sabah erken saatte apartmanın önüne geldiler. Eşyalar zaten önceden hazırlanmıştı. Hafta sonu olması nedeni ile evde olan oğlu Mehmet’le birlikte kamyonun boş olan arka tarafına eşyaları yerleştirdiler. Güneş henüz yeni doğmuş, şehrin sokakları sessizliğe gömülmüştü. Eşyalar kamyona yüklenirken Ellez, apartmanın girişine son kez baktı. Ne bir hüzün ne de pişmanlık vardı içinde, yalnızca bir dinginlik. Esme’de kamyonun önüne Ellez’in yanına otururken önce köyden buraya gelirken yaşadığı duyguları yeniden hissetti.
Yola koyulduklarında Şoför Ahmet, ön koltukta oturan Ellez’e dönerek:
— “Amca, bu eşyalar kaç yıllık birikim böyle ya?” diye sordu gülümseyerek.
Ellez de tebessümle:
— “Hayat dediğin bir sandık dolusu eşya değil Ahmet, içinde yaşadıklarındır. Biz de artık sandığı köye götürüyoruz.”
Esme arkadan lafa karıştı:
— “Biliyor musun Ahmet, şehirde sabah kahvaltısı bile telaşla yapılır oldu. Köyde bir çayın demlenmesini beklersin, sobada ağır ağır kaynasın istersin. Hem de tadına doyamazsın.” Derken yaşadığı kızlığını çeyiz sandığı ile şehire taşıdığını, şimdide şehirde yaşadığı kadınlığını ve analığını aynı sandıkla köye taşıdığını düşünmüştü.
Ahmet başını salladı.
— “Ben büyük şehirde büyüdüm yengem. Her şey elimizin altındaydı ama hiç tadını alamadım. Ne yediğimin ne de içtiğimin farkındaydım. Şimdi böyle uzun yollarda, köy köy gezerken anlıyorum: İnsan toprağını ararmış.”
Kamyon yavaş yavaş yol alırken sohbet derinleşti. Ellez anlattı: Küçüklüğünde sabahları tarlaya nasıl gittiğini, akşam üzeri eşek sırtında eve dönerken gün batımını izlediğini. Esme, çocukluk arkadaşlarıyla çeşme başında yaptıkları dedikoduları, bahar şenliklerini anlattı. Şehir hayatı onlara konfor sunmuştu ama ruhlarını doyuramamıştı.
Yolculuk boyunca ufukta yeşeren tepeler, uzaktan görünen köy evleri içlerindeki heyecanı artırıyordu. Kamyon komşu il sınırının geçildiğini memleket il sınırına girildiğini gösteren trafik tabelasını geçtiğinde Esme gözyaşlarını tutamadı. Ellez onun elini tuttu. Yıllar sonra yeniden o topraklarda, kendi evlerinde, kendi bahçelerinde olacaklardı.
Ahmet kamyonu köy yoluna sokarken, Ellez iç çekerek:
— “Bak Ahmet, şu tepeyi geçince bizim ev görünür. Hele şu cevizin gölgesi yok mu, yazın en serin yeri olurdu.”
Bir saat sonra kamyon, toprak yolda ilerleyerek evin önüne yanaştı. Eski ama dimdik ayakta duran ev sanki onları bekliyordu. Komşular koşup geldi. Ellez’inde, Esme’ninde anne, babası artık yoklardı. Esme’nin kardeşleri, Zöhre abla, Memiş emmi, çocuklar… Ellez ve Esme ile kucaklaştı, sarıldılar, koklaştılar.
Eşyaları elbirliği ile kamyondan indirdiler ve yola devam etmek için acele eden Ahmet’i yolcu ettiler. Birkaç yıldır boş olan ev yeniden canlandı. Akşamları köy serin oluyordu, o gece sobayı yakıp eski divanın üzerine oturduklarında, pencereden yıldızlara bakan Esme şöyle fısıldadı:
— “Şimdi gerçekten emekli olduk galiba…”
Ellez başını salladı:
— “Hayat işte şimdi başlıyor Esme.” Diyerek büyük şehirin kalabalığından, gürültüsünden uzak köyün sessiz, sakin, serin sabahında erkenden kalkıp yapacakları işleri düşünmeye başladı.
İrfan Başaranoğlu