10121,52%-1,02
40,24% 0,11
46,93% 0,54
4336,90% 0,94
6880,30% -0,39
Uzun Çarşı'daki Fidan Han'daki 10 metrekarelik atölyesinde çalışmalarına devam eden 38 yaşındaki Mümin Orhan, ney sedef, gümüş kolye, bazı günler de tablo, bıçak kabzası veya boynuzdan tarak tasarlıyor.
Orhan'ın yaptığı sedef işlemeli neyler ve diğer ürünler, yurt içinde ve dışında birçok yere gönderiliyor. Bu ürünler bazı tarihi dizilerde de kullanılıyor.
Mümin Orhan, İLKHA muhabirine, sedefkârlığın Türkiye’deki en değerli geleneksel el sanatlarından biri olduğunu ifade etti.
1987 yılında Bursa’da dünyaya gelen Mümin Orhan, küçük yaşlarda başladığı müzik yolculuğunu geleneksel el sanatlarıyla birleştirdi. İlk ve orta öğrenimini Bursa’da tamamlayan Orhan, üniversite eğitimine Kamu Yönetimi bölümünde başladı ancak eğitimini yarıda bıraktı.
Meslek hayatına musikiyle adım atan Orhan, zamanla ney yapımına yöneldi. Bu süreçte, yaptığı enstrümanları süsleme arayışı onu sedefkârlığa taşıdı. 2005 yılında merhum sedefkâr Zafer Karazeybek ile çalışmaya başlayan Orhan, uzun yıllar ustasının yanında mesleği öğrendi. Ustasının vefatına kadar onunla birlikte çalışan Orhan, bugün geleneksel sanatları yaşatmaya devam ediyor.
"Sedef, bir deniz kabuğundan sanat eserine dönüşüyor"
Sedefkârlık, Türkiye'deki en nadide geleneksel el sanatları sanatkârlarının oluşturduğu bir meslek olduğunu söyleyen Orhan "Sedef; istiridye kabuğu dediğimiz bir deniz kabuğudur. Deniz kabuklarını yurt dışından alıyoruz. Türkiye'de bulunmuyor. Aldıktan sonra düzlüyoruz. Düzledikten sonra da yapacağımız deseni üstüne yapıştırıyoruz. Kıl testeresiyle ince ince kestikten sonra da polisaj ile parlatıp ürünleri ortaya çıkarıyoruz" diye belirtti.
"Bursa’da sedefkârlık sanatını yapan tek kişiyim"
Bursa’da sedef işçiliği üzerine çalışan ve dükkânı bulunan tek isim olduğunu belirten Orhan "Talebelerimiz var ama daha çok hobi gibi yapıyorlar. Mesleğe yeni nesilden ilgi var. Talebelerimiz geliyor, yetiştirmeye çalışıyoruz. Günümüz insanı biraz daha paraya önem veriyor. Bizim mesleğimizde ise biraz tefekkür etmek gerekiyor. Gün içinde para kazanıp kazanmayacağınızı bilmiyorsunuz. Tezgâha besmeleyle oturuyorsunuz, işi yapmaya başlıyorsunuz. Nasibinizde o gün ekmek yemek varsa, ekmeğinizi alıp evinize gidiyorsunuz" şeklinde konuştu.
"Ustalık, emek ve vefa ister"
Ustalıkla geçen yılların ardından geleneksel sanatların korunması gerektiğine dikkat çeken Orhan "İnsanlar şu an "Ben bir memur olayım, maaşım net gelsin, evimde bu işi hobi gibi çalışırım" diyorlar. Bu durum, geleneksel sanatları biraz zedeleyen bir durumdur. Bir işin başında ne kadar çok mesai harcıyorsanız, o işin o kadar ustası olursunuz. Mesleğimizde bazı sıkıntılar var. Geleneksel sanatların ikiye ayrılması gerekiyor: Birincisi bu mesleği hobi gibi yapanlar; ikincisi ise bu işi gerçekten yapan, devlete vergisini ödeyen, dükkânı olan sanatkârlar. Kişiler emekli olduktan sonra ve özellikle pandemiden sonra bu işe başladılar. 3-5 yıl yapıp "Ben ustayım" diye geçiniyorlar. Benim ustam bu mesleği 45 yıl boyunca yaptı. Bir kere bile oturup "Ben ustayım" demedi" dedi.
"500 ustadan geriye iki elin parmakları kaldı"
Sedefkârlık, Yavuz Sultan Selim’in Tebriz Seferi ile İstanbul'a birçok ustanın getirilmesiyle şekillendiğini vurgulayan Orhan "Bu ustaların içinde marangozlar, sedefkârlar, hattatlar ve minyatür sanatçıları gibi tüm süsleme sanatlarındaki ustalar bulunuyordu. Bu birliktelikten "İstanbul tarzı" olarak adlandırılan bir sedef işçiliği doğmuştur. Hattat yazısını yazar, marangoz ana gövdeyi yapar, tezhipçi deseni çizer, sedefkâr ise bunların hepsini ince ince, nakış nakış keserek süsleme işini yapardı" ifade etti.
Orhan "Osmanlı döneminde sedefkârlar; caminin minaresinden hanımefendinin takunyasına kadar her şeyi işlerdi. Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesi'nde, İstanbul'da 100 dükkân olduğu ve her birinde beşer nefer çalıştığı yazılır. Bir dönem İstanbul'da 500 sedefkâr vardı. Şu an ise Türkiye genelinde bu işi hakkıyla yapan sedefkârların sayısı, maalesef iki elin parmaklarını geçmiyor" diye konuştu. (İLKHA)